BİR UMRE FARKINDALIĞI: MEKKE NOTLARI

 Tohumlar toprağı yararken gecenin koynunda, ” Ya Fettah”  zikri dillerinde, nuru geceyi yakar.

 Gönül ızdıraplarımı yırtarcasına, şimşekler çakar ruhumda.

 Başım daha secdeye varmadan, ruhum secdede bulur kendini.

 Yanar, yakılır, kül olur gönül hanem viraneye döner. “definelerde viranlerde bulunur.” buyurur Mevlanamız.

 Definelerimi arar dururum viranelerimde.

 Ve sadece kin, nefret, öfke ve bir yığın günah geçer elime.

 İstiğfar ipine sarılır dilim. Ve dilim dilim bölünürken ruhum… “Ya Hay” zikriyle hayat bulurum.

Küllerinden yeniden doğan bir Zümrüdü Anka misali.

 Zaman seher vakti, vakit AŞK  zamanı.

AŞKA kurban edebilmek tüm zamanları.

Yada en sevdiğini, en sevdiğine mi? kurban etmek.

Hani İbrahim, İsmaili etti ya…

Hani İsmail “Baba gözümü bağla” dedi ya…

İşte o AN tüm zamanlar KURBAN olmuştu İbrahimin gözünde.

Ve şahit tutuldu yeryüzü, taşıyla, toprağıyla, bilenmiş bıçağıyla İbrahime…

Gönüller bilensin, bilinçler bilensin ve CEBRAİL bir koç indirsin manevi yönümüze…

En SEVGİLİYE kim kurban edilmişti, İsmail mi, yoksa Hacer mi?

Sanırım önce Hacer kurban edildi, ıssız çöl gecelerine…

Ve insanlığa tıpkı bir anıt gibi yükseltildi SAFA- MERVE tepelerinden.

Hervele bize bir muştu kaldı Hacer annemizden.

Her derde bir HERVELE…

Her çileye bir HERVELE…

Her zorluğa bir HERVELE….

Gece ayazında mum ışığı gibi titre, gündüzün sıcağında mum gibi eri.

Ayak ucundan zemzemler fışkırtılsın sana, yanıbaşında KABELER dikilsin.

Ve kurbanlık koç gibi süsle kendini ve ada ONA…

Ne adımız kaldı bugün, ne şanımız.

Bütün kadınlar toplandıkda bir Hacer olamadık.

Tüm mü’min erkeklerde izindeydi Ya Hacer.

Sen koştun, onlar koştu, sen durdun onlar durdu.

Ama senin gibi ne yürek yandı, ne ruh sızladı.

Hala koşar dururuz SAFA-MERVE arası ne İsmail’in sesini duyduk, ne ZEMZEMİ bulduk.

Başımızın üstünde uçuşan kuşlar bir müjdeydi.

Suyu bulduk…!

Suyu bulduk…!

Nidası yükseldi kervandan.

Orada su olmaz, imkansız dedi kervancı başı.

Yinede bakmak istedi tüccarlar.

Ve kavurucu çöl sıcağında, Hacer annemize misafir oldular.

İşte o gündür, bu gündür bu topraklar misafir ağırlar.

Kabe Rabb’in eviydi de, misafirler Hacerin.

Ya Rabb’in evinde misafir ağırlayabilmek, yada Kabede Hacer’e misafir olabilmek.

Ve zemzem sunabilmek hacılara, bir hurmayı paylaşabilmek ağlayan çocukla.

Ey çocuk iyi ki ağladın, yada nerden bilecektim ELESTTE burda buluşmak için seninle sözleştiğimi.

Affet beni hatırlayamadım.

Yaslarken minicik başını omuzlarıma, yüreğin yüreğime anahtar oldu.

Hasbî Rabbî Cellalâh,

Mâfî Kalbî Gayrullah.

zikriyle, alemler yandı, evrenler tutuştu.

Gönül kapılarımız Eleste aralandı.

Mevlanamız “sanmaki bu tanışıklık bu muhabbet bu dünyadan, bu tanışıklık bu muhabbet elestten gelir.” buyurur.

Ve düşeriz bu buyruğun peşine.

Tanıştığımız her Haticeye, Hz. Hatice adına muhabbet eder,

Tanıştığımız her Aişeyi, Hz. Aişe adına sever,

Tanıştığımız her Fatımaya efendimizin ailesi adına hürmet eder,

Gördüğümüz her çocuğa Hz. Zeyd adına merhamet ederiz.

Ve bir bakış ararız tüm bakışların arasında, elestte tanış olduğumuz bir bakış.

Ve tüm bakışlar ben tanıyamasam da, tanıdık gelir ruhuma.

Bir tavaf sonrası, iki rekat tavaf namazı buruk bir hüzün verir bana.

Bir siyah ayak basar seccademin ucuna, eğilip öpesim gelir.

Ve Hz. Bilali hatırlar gönül.[1]

Ya Bilal…! bas… işte büktüm boynumu, bende hala terk edemedim cahiliye huylarımı.

Ve fırtınalar kopar ruhumda, MEKKE’ nin ufuklarıyla beraber.

Ey yağmur kuşları beni de alın tavafınıza, bulutlar ağlarken üstümüze, ruhumuzu tevbe yağmurları yıkasın.

Hatice Sedef ERGÜL

[1] Ebu Zer, bir sohbette fikrini beyan eden Hz. Bilale siyah tenli olduğu için ; “hadi oradan karanın oğlu, sen nereden bileceksin” der. Buna  Hz. Bilal çok üzülür ve Efendimiz (sav) gider ” Ya Rasulallah, benim kara tenli olmam cennete girmeme engel mi?” diye sorar. Efendimiz hayır neden sordun diye bir soru ile cevap verir. Bilali Habeşi olanları anlatır. Efendimiz Ebu zeri yanına çağırır, ve ” sende cahiliye döneminin hala izlerini görüyorum.” diye ikaz eder. Bu ikaz sonrasında Ebu Zer çok pişman olur. Pişmanlığını ifade etmek ve kendini affettirmek için, başını Bilali Habeşi Hazretlerinin kapısının eşiğine koyar. “Ey Bilal sen o kara ayağınla benim başıma basmadıkça, ben buradan başımı kaldırmayacağım” diyerek af diler.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir