Şirin bir kasabanın yakınlarında küçük bir gölet ve burada mutlu bir yaşam süren kurbağa aileleri vardı. Bir gün büyük kurbağalar kendi işleriyle meşgulken, gölette eğlenen küçük kurbağalar çevreyi merak ettiler. Ve hep birlikte yamaca doğru tırmanışa geçtiler. Birçoğu bir yandan ilk defa göletten ayrılmanın tedirginliğini yaşıyor, diğer yandan yeni yerler keşfetmenin heyecanını duyuyorlardı. Gölete su içmek için gelen arılar, onlara kırlardan ve başka hayatlardan bahsetmişlerdi. Ama hayallerindeki dünya ile gördükleri çok farklıydı. Heyecanları meraka dönüştü. Etrafı daha bir dikkatli incelemeye başladılar. Bu arada da, göletten epeyce uzaklaşmışlardı.
Şarkılar söyleyerek neşe içinde tepeyi tırmanıyorlardı. Tozlu yol çok hoşlarına gitmişti. Zıpladıktan sonra yumuşak bir zemine düşüp, kocaman bir toz bulutu kaldırmak çok eğlenceliydi. Her taraf toz duman içinde kalmıştı.
Ansızın herkes bir imdat çığlığıyla irkildi. İçlerinden biri, bu toz duman arasında yolun içindeki derin çukura düşmüştü. Bu bilge kurbağanın çocuğuydu. Hatta diğerlerini kıra çıkmak için cesaretlendiren de oydu. Çünkü, defalarca annesiyle kırlarda dolaşmış ve onlara bunu ballandıra ballandıra anlatmıştı.
Küçük kurbağa çukurdan kurtulabilmek için çok çaba sarfetti, ama nafile. Sonunda yorgun düştü. Diğer kurbağalar, çukurun etrafında ona cesaret vermek için hep bir ağızdan bağırıyorlardı. Haydi! … Yapabilirsin! … Bir daha dene!… Bir daha zıpla! … Ama onları duymuyor, ne dediklerini bile anlamıyordu.
Bir daha oradan kurtulamayacağını düşündü, bütün bedenini korku kaplamıştı. Bu arada uzaklardan bir ses duyuldu. Bütün arkadaşları korkuyla gölete doğru kaçıştı. Biraz zıplayınca tepeden aşağı doğru hızla gelen kamyonu gördü. Korkudan artık daha az yükseğe zıplayabiliyordu.
Gözlerini kapamıştı, hayalinde de olsa annesine elveda demek için. Hâlbuki bu kırlarda annesiyle ne güzel anıları vardı. Onunla sevmişti bu yerleri, onunla tanımıştı etraftaki diğer canlıları. Yosun kokusundan başka kokuların olduğunu, zehirli dikenlerden nasıl uzak duracağını, ayağıyla dünyayı nasıl hissedeceğini. Çünkü annesi biliyordu ki, bu yaşta beş duyu organını tam olarak kullanmayı öğrenirse, hayata o kadar hazırlıklı olacaktı.
Annesi biliyordu ki, bebeği donmamış beton gibiydi, üzerine ne düşerse iz bırakacaktı. Bu bilinçle onu zaman zaman kırlara çıkarır, kendi tecrübesini edinme fırsatı verirdi. Göletten her uzaklaşış eğlenceli bir eğitime dönüşürdü.
Dikkatini neye yöneltirse, enerjisinin oraya akacağını anlatmıştı annesi. Korkuya yönelirse korkusunun artacağını, cesarete yönelirse cesaretinin çoğalacağını öğrenmişti. Bu düşünce onu biraz sakinleştirmişti. Daha cesur olmaya karar verdi. Şu anda bir anlamı var mıydı? Bilmiyordu, ama annesinin sözünü tutmuş olmak onu gerçekten rahatlatıyordu.
Her gezintiye çıktıklarında annesi ona yeni bir çiçek, yeni bir böcek, yeni bir renk tanıtırdı. Çünkü yavrusuna küçük şeylerden zevk almayı öğretirse, aslında ona büyük bir servet bırakacağının farkındaydı.
Gidemedikleri uzak yerler hakkında konuşurlar, hayal kurarlardı. Yeryüzü bir kitaptı, onu birlikte okurlardı. Bu sayede uzaklar ona yakın gibi gelir, korkuları dağılırdı.
Annesi ona hep güzel ve olumlu kelimelerle hitap ederdi. Adının yanına hep güzel sıfatlar getirirdi. Çünkü o bilirdi ki; ona söylediği her söz onun şahsiyetine konan bir tuğla idi.
Yoruldukları zaman hep güllerin gölgesinde dinlenirlerdi. Gülce muhabbet edip, bülbüllerin şarkısını dinlerlerdi. Acaba yine dinleyebilecek miydi? Bu defa kendine söz verdi. Annesi gibi gül tabiatlı olabilmek için; güllerle dostluk kuracaktı.
Bu küçük gezintilerden sonra, annesi komşu ve akrabalarına onunla ilgili güzel şeyler anlatırdı. Yeni keşifler yaptığını… Göletin yolunu onun bulduğunu… Yağmurun yağacağını nasıl tahmin ettiğini… Hepsi de çok hoşuna giderdi. Kendisini tam bir bilim adamı gibi hissettiğini hatırladı. Çünkü, övgü neye karşı yapılırsa, kişi onu geliştirme ve çoğaltma eğiliminde olur.
Annesi arkadaşlarını da en az onun kadar severdi. Onlara karşı çok nazik ve sevecendi. Bu duygu onu biraz rahatsız etti. Yoksa bundan sonra, onları mı bağrına basıp sevecekti. Çünkü ona göre gençleri nasihat değil; muhabbet eğitir, çocuklar nasihatleri değil büyüklerin davranışını modellerdi.
Acı çekiyordu. Düşündükçe her şey daha da acı veriyordu. Zaman ne kadar hızlı geçiyor, zihni ne kadar da hızlı çalışıyordu. Bunu daha önce hiç fark etmemişti. Sanki kendini yeni tanıyordu. Annesi “insan bir çıraktır, acı onun ustasıdır. Hiç kimse ıstırap çekmedikçe kendini tanıyamaz. Hayatımızda mutluluklar kadar, büyük ya da küçük acılar da olacak.” derdi. Vaktiyle bu söz ona hoş ama boş bir söz gibi gelmişti. Anlamı şimdi oturmuştu zihninde. Annesi daha da büyüdü gözünde.
Kamyon gitgide yaklaşıyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu, birden kalbinin sesini fark etti. Daha önce, defalarca annesiyle kendi kalbinin sesini duymak için uğraşmış ve bunu başarmıştı. “Kalbinin sesini duyabildiğin sürece yalnız kalmazsın” demişti annesi. “Çünkü o sesin sahibi daima seninle. İhtiyaç duyduğun her an sana gelir.”
Gözlerini yumdu, şimdi ona ne kadar da çok ihtiyacı vardı. Zihninde, en yükseğe zıplama çalışması yaparken çıktığı o büyük taş canlandı. Büyükler bile çıkamıyordu o taşa. Ama nasıl olduysa o zıplayıvermişti. O günde aynı korkuları yaşamıştı. Annesinin telkinlerini hatırladı. Zıplamak hep aynıdır, yerin önemi yoktur yüksek olmuş, alçak olmuş fark etmez. Sadece kalbinin sesini duy ve o sesin sahibine güven, gerekli gücü ruhunda bulacaksın.
Aynı duyguları hissetti. Artık kalbinin sesini duyabiliyordu. Kendini o büyük taşın üzerinde hayal etti ve var gücüyle zıpladı. Gözlerini açtığında gökyüzünü gördü. Masmavi ve pırıl pırıldı. O anda büyük bir gürültüyle yoldan bir kamyon geçti.
İlk işi o büyük taşa çıkıp gölete atlamak oldu. Arkadaşları onu gördüklerine inanamadılar. Herkes onun etrafına toplandı. Biran önce nasıl kurtulduğunu ve bunu nasıl başardığını duymak istiyorlardı. O yaşamıştı ama diğerleri için henüz yaşanmamış bir hikâyeydi. Büyük taşın üstüne çıkıp başladı hikâyesini anlatmaya. Herkes nasıl kurtulduğunu anlatmasını beklerken, o başladı kendi en büyük kahramanını; ANNESİNİ anlatmaya.
Hatice Sedef ERGÜL
“Kalbinin sesini duyabildiğin sürece yalnız kalmazsın” çok güzel bir söz.
hikaye harika çok beğendim. Bütün yazıları okudum. Hepside birbirinden güzel, eğitici yazılar.